Bergama Mabedi’nin (Zeus Tapınağı) Türkiye’den Almanya’ya Kaçırılış Hikayesi

1877 yılında Viyanalı bir profesör Prusya Kraliyet Enstitüsünün daveti üzerine Berlin’e gelmiştir. Bu kişi Hanover’lı bir süvari subayının oğlu heykeltıraş Aleksander Konze’dir. Dönemin ünlü profesörü olan Konze’yi kendisini enstitüye yenilik ve canlılık getirmesi için çağırılmıştı. İlk olarak Kraliyet müzesinin heykel galerisini inceleyen profesör, burada Atina, Roma, Paris ve Londra müzelerinde bulunan heykellerin birer kopyalarının bulunduğunu görmüştür. Orijinal heykel bakımından galeri oldukça yetersizdi. Ne kadar mükemmel olursa olsun sonuç itibariyle kopyalardı ve değersizlerdir. Heykeltıraş müzeye orijinal heykel temin etmek üzere derhal faaliyete geçti. Konze bir gün müzede Villa Ludovisi’nin kahramanlar galerisini gezerken duvarda mermerden yapılmış orijinal bir genç savaşçı figürü görmüştür. Kataloğa bakarak rölyefin “Ölen İskender” olarak adlandırıldığını görmüştür.

Müze memurları bu parçanın nereden geldiğini bilmiyorlar ve direktörün bu mermer parçasına karşı merakını hayretle karşılıyorlardı. Kayıtlardan bu rölyefin buraya Almanya’nın İzmir konsolosu tarafından gönderildiği ve ona da Anadolu’da yol mühendisliği yapmakta olan tarih meraklısı Kari Human tarafından verildiği anlaşıldı. Bu arada mühendisin Anadolu’nun tarihî eserler bakımından akıl almaz zenginliğini tasvir eden mektuplarını buldu. Human bu mektuplarda o zaman arkeologlar için tamamen meçhul olan Ege medeniyetinin artıklarından bahsediyor ve Bergama’daki şaheserleri, hazineleri ayrıntılı bir biçimde anlatarak bunların diplomatik yollardan kurtarılması için girişimlerde bulunulmasını istiyordu. Konze konsolos vasıtasıyla derhal Human’la temasa geçti.

Mühendis aynı şeyleri heykeltıraşa da yazdı. Topladığı küçük heykellerden yaptığı koleksiyonunu ve bulduğu parçaları Berlin’e göndereceğini bildiriyor ve Bergama’­daki ikameti esnasında yaban inciri ve vahşi sarmaşıklarla örtülmüş, köylülerin yaktığı ateşlerle işlenmiş şaheserlerin ihmali karşısında sadrazama yazdığı şikâyetnamelerden bahsederek, bir sütun üzerinde muvazenesiz duran bir ilâh heykelini nasıl işçilerle günlerce uğraşarak parçalanmaktan kurtardığını anlatıyordu. Human’ın mektupları Konze’de bir Bergama hastalığının başlamasına neden olmuştur. Adeta bütün zamanını bu ölü şehrin tarihine adamıştı. Bergama, Romalılar, Galliler ve Yunanlılar arasında paylaşılamayan bu şehir, devrinde en parlak medeniyetlere sahne olmuş, dünyanın en zengin kütüphanesi burada tesis edilmişti. Kıskanç Kleopatra buraya geldiği zaman sevgilisi Antuvan’dan bu kütüphaneyi İskenderiye’ye taşıttırması için emir vermesini istedi ve Antuvan bu arzuyu memnuniyetle yerine getirdi. Gene Bergama’da bulunan Asklepisyon kaplıcaları bütün Orta Şarkın sağlık membaı olarak tanınmıştı.

Yunan medeniyetinin son şahlanışına sahne olan bu şehrin harabelerinde şimdi rakipsiz olarak bir Alman mühendisi bulunuyor ve sanat âleminde büyük bir heyecan uyandıracak olan şaheseri bekliyordu. Konze daha fazla hareketsiz kalamazdı. Prusya kültür bakanına giderek meseleyi anlattı, bir hal çaresi bulmasını istedi. Vaziyet Kraliyet Müzesinin fahrî başkanı olan Veliaht Prens Frederik’e aksetti. I Veliaht her türlü yardımı yapmayı vadetti. Konze hemen Human’a yazarak esaslı bir tetkik yapmasını, harabenin durumunu bir krokiyle göstermesini talep etti. Bu sırada M. S. 200 yıllarına ait yazılan bir kitapta, o zamanla sırayla en meşhur harikaları arasında zikredilen Bergama için şu satırların yazılı olduğunu gördü: “Numara 14. Bergama mâbedi. Mermerden yapılmış olup 40 ayak yüksekliğindedir. Devlerin savaşını tasvir eden nefîs heykellerle çevrilidir”.

Konze derhal Human’a şunları yazdı: “Derhal mabedi arayınız. Yerini bulduğunuz takdirde en küçük parçasını ziyan etmeden saklayınız”. Human da derhal faaliyete geçti. Ve bütün harabeyi araştırmaya başladı. Çoğu birkaç metre toprak altında bulunan merdiven ve devrilmiş sütunları görünce yanındaki dört işçiyle beraber toprağı kazıyor ve mütemadiyen arıyordu.

Tepeden başlayarak ovaya doğru uzanan, Yunanlıların yaptığı kale duvarlarının içinde bulacağına inanıyordu. Nihayet her biri 2.30 cm. boyunda iki rölyef gözüktü. Kazmaya devam ettiler. Ertesi günü Berlin’e şu telgrafı çekti: “On bir büyük rölyef buldum. Ekserisi eksiksiz. Otuz kadar da kırık parça. Mabet bulunmuştur”. Çalışmaları gayet ağır ve yorucu oluyordu. Hiçbir medenî vasıtaları yoktu. Granit kadar sert, tonlarca ağırlıkta mermer kütleleri iptidaî manivelâlarla çıkarılıyordu. İşçilerin başı Arnavut Salih’in nezaretinde kumların üzerine çekilip toprakları temizleniyordu. Bazen tatlı ve zarif bir mermer kadın başı bulunuyor ve saatlerce ait olduğu gövde aranıyordu. On dört günlük çalışmalardan sonra on yedi rölyef çıkarıldı. Daha altı tane kalmıştı.

Bu sırada İzmir konsolosundan gelen bir telgraf Human’a baba olduğunu müjdelediyse de mühendis işini bırakmadı. Mütemadiyen her çeşitten heykel, torso, İyon stilinde sütunlar buluyor, bunları itina ile istif ediyordu. Berlin’e yeniden şu telgrafı çekti: “Bir sanat devri keşfettik. Bu devrin en muhteşem eseri şimdi elimizin altındadır”. Hakikaten böyleydi. Human iki gün sonra İzmir’e gitti ve vali nezdinde ilk girişimini yaptı. Gayet iyi konuştuğu Türkçesiyle onu bâzı kıymetsiz taşların limandan çıkarılması için ikna etmeye çalıştı. Ayrıca valinin kâtibi Diran Efendiye bol bol bahşiş vererek, onu kandırmaya çalışmasını tembih etti. Diğer taraftan İstanbul’daki Alman büyük elçisine telgraf çekerek her türlü diplomatik oyunlarla bu iş için veziriazamı ikna etmesini istedi. Bütün temaslara rağmen işler gecikiyor ve yağmur mevsimi olan ekim ayı yaklaşıyordu.

Kaybedecek vakit yoktu. Gene Bergama’ya dönerek ekibini takviye etti ve parçaları koyacak ambalajları hazırlamaya koyuldu. Kendi yaptığı plânlara göre sandık ve kızaklar hazırlandı. Tonlarca ağırlıktaki rölyefleri yola indirmek için 220 metrelik bir mesafeyi katetmesi gerekiyordu. Kızaklara öküz koşulmasına ve düzinelerce insanın yardımına rağmen, bunlar toprağa gömülüp kaldılar. Kızakları kurtarmak için günlerce uğraşıldı. Her bir rölyefin indirilmesi için vasati üç gün çalışılmıştı. Gayet yorucu bir mesaiden sonra mâbedi ihtiva eden otuz beş sandık, dağın yamacına indirildi. Bütün bu ameliyenin yapılması aralık ayını buldu. Şimdi iş. bu ağır sandıkları en yakın liman olan Dikili’ye nakletmeye kalıyordu. Fakat yağmurlar çoktan başlamıştı.

Human, Konze’den mali yardım talep etti. Bu parayla derhal demir tekerlekli ve dingilli arabalar sipariş etti. Bergama’yı limana bağlayan yolu kendisi yaptırmış olduğu için güveniyordu. Baharla beraber yolculuk başladı. Nihayet yaz başlarında diplomatik faaliyetler ve rüşvetler netice verdi; müsaade alınmıştı. Koca mabet bir Alman şilebine yüklenerek Hamburg’un yolunu tuttu ve bir yıl sonra Berlin’de Arkeoloji müzesinde “Bergama Salonu” adı verilen ve hususi surette yaptırılan muazzam salona eksiksiz olarak monte edildi. Aleksander Konze ve Kari Human, milletlerinin kültür tarihine en büyük zaferi kazanan iki kahraman olarak geçtiler.

Bergama Zeus Sunağı veya Zeus Altar olarak da isimlendirilen eser, MÖ 2. yüzyılda, Kuzey Batı Anadolu’da İzmir’in kuzeyinde bulunan antik Pergamon şehrinde Krallığı yöneten Attalos hanedanı tarafından yaptırılmış anıtsal yapıdır. Eser Bergama Akropolü üzerinde bulunmuştur. 35,64 m genişliğinde 33,4 m derinliğindedir. Yapının ön tarafında bulunan merdivenler 20 mt genişliğe sahiptir.

Kaynak:

Rudolf Tiyel, Çeviri: Faruk Yener. Dünyanın eşsiz şaheseri “Bergama Mabedi”
memleketimizden nasıl kaçırıldı?, Resimli Tarih Mecmuası, Nisan 1951, Sayı: 16: 700-702.